5 Temmuz 2018 Perşembe

Tante Rosa/ Sevgi Soysal


 Tante Rosa/ Sevgi Soysal
 İletişim Yayınları/ 103 sayfa




2016 Kasım'ında, hayatımda ilk kez çalıştığım sürecin son gününde aldığım kitaplardan biriydi Tante Rosa. Okumam için ise doğru zamanı bekliyordu. Derslerimden birinin okuma listesinde olduğunu gördüğüm andan okumaya başladığım ana kadar ise sanki okuyacağım gün için heyecan duyuyordum. Öyle ki yanda gördüğünüz fotoğraf, kitabı okumaya başladıktan sonraki sabahın dokuzda olan dersine gözüm yarı açık, beynim ise henüz uyanmamış halde gittiğim güne ait. Bir nisan sabahına...

Biraz kitaptan söz etmek gerekirse, on dört hikayeden oluşan kısacık ama hissettirecekleri azımsanamayacak bir kitap diyebiliriz. Derste konuşurken hocamız, "etiket" haline gelmiş kalıpların etkisinden arınarak bu kitaptan söz edebilen eleştiri yazısı yok demişti. Ben ne eleştiri yazmaya ne de inceleme yazısı yazmaya soyundum. Fakat bir okur olarak naçizane birkaç çift lafım, burada blogumda, olsun istedim. 

Her ne kadar sevdiğim insanlara, bu kitabı tavsiye ederken hocamın bahsettiği "etiket"lerden ben de kendimi yararlanırken buluyordum ancak bu sefer onlardan son kısma kadar yararlanmayacağım. Çünkü karşımda capcanlı bir kadın karakter var: Rosa. Rosa'nın çocukluğundan gençliğine, gençliğinden yetişkinliğine sıçrıyoruz. Bu da satırların yanı sıra, satırların ötesinde bir karakter tahayyül etmemize neden oluyor. Küçükken at cambazı olmak isteyen, prenses olduğuna inanan, daha sonraları Sizlerle Başbaşa dergisindeki hikayelerin etkisiyle Hans ile evlenen, huzursuz olduğunda kaçan, yeni baştan başlayan, yaşlılığını bile rengarenk boyayan bir kadın o... 

Geçişken bir anlatı bu, kitabı yer yer iki kişi anlatıyor gibi hissediyor insan. Biri Rosa, biri de Rosa'yı tanımlayan Rosa dışında biri... Yere sağlam basmayan, bassa da köksüzlüğüyle, akışkanlığıyla bambaşka bir sürü şey olabilen biri. Kendine prenses diyen bu kadına, diğer anlatıcı "Rosa'nın bir şeylerin diğer adı" olduğunu ekliyor anlatısında. Okurken bu anlatı bana, Rosa'nın sanki hem her şey hem de hiçbir şey olduğu hissini öyle güzel verdi ki özendim ona. Yaşlılığında insanların ona "yaşlı" diyebilmesine ancak kendi istediği şekilde giyindiğinde, yürüdüğünde, yaşadığında izin veren ve her yaşta kendini yaratabiliyormuş gibi durup, üstelik bunu Rosaca yapışıyla "şahsına münhasır" bir karakter olarak karşımızda duruyor. Sizlerle Başbaşa dergisinin tüm yalanlarına bile isteye kanışıyla edebiyatımızdan iyi ki bir Rosa geçti diyebiliyorum böylece.

Gelelim genel yargılara... Yazıldığı dönemde, 1968 yılında, kadınlık meselesini ele aldığı için kınanıyor Sevgi Soysal. "Kadınlık" konusunun üzerine konuşulmasına alışılmış değil, edebiyatımız için de ilklerden biri üstelik. Ülkede onca sorun varken bu mu konuşulması gereken diye düşünülüyor içten içe ve hatta Rosa Alman bir kadın karakter olduğu için ona "sıradışı" demek, ötekileştirmeye yardım ediyor. Türk bir kadın karakter olmadığı için de insanımız sanki rahat bir nefes alıyor o dönemde. Sevgi Soysal'ın annesinin Alman olması ve kitapta anneannesini, teyzesini, annesini ve kendisini anlattığı da söylenenler arasında. Kim ne derse desin, Rosa iyi ki kaleme alınmış; böylece gurur duyduğum ve sevdiğim tüm kadınlara hediye etmek istediğim bir kitap ortaya çıkmış. Okuyunuz, okutunuz efendim. 

* Her şeye özenilebilir. Her şey aynı ölçüde tutku konusu olabilir. Her şey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir. Tutkular çevreye göre değişen şeylerdir. Evli kadınlar toplantısında, en temiz pak aile kadını olmaya özenen aynı kadın, orospuların yanında en orospu olmayı niçin istemesin? Önemli olan istektir, hiçbir istek diğerlerinden soylu değildir, böyle düşünmüş olabilir Rosa gizliden. 

* Göze batıcılığım, çirkinliğimi, yaşlılığımı aşmalı. Gülebilirler, alay edebilirler ama görmeden geçemezler. Bunca yaşanmışlığın yanından insanların bakmadan, aldırışsız geçip gidivermeleri, hayır bunu istemiyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder