19 Temmuz 2018 Perşembe

Bir Başkasının Gözünde Var Oluş: Suzan Defter/ Ayfer Tunç


 Suzan Defter/ Ayfer Tunç
  Can Yayınları/ 127 sayfa






Şubat ayına ait bir güne rastlıyor bu kitabı alışım, yıllardan 2017. Şubat 2017'den Şubat 2018'e gelene değin nedense okumaya başlamıyorum. Fakat Şubat 2018'de okumaya başladım da ne oldu sanki... Okul temposunun içinde bir kenarda unutulup gitti. Üstelik okumayı bırakmadan önce bırakacağımdan bihaber, kitaba dair büyük bir heyecanla doluydum, okuduğum son sayfalar o kadar etkileyiciydi yani. Neyse ki okumaya baştan başladım ve okuduğum o son sayfalardan yeniden etkilendim. Öyle ki şehirler arası kısa bir yolculuk yaparken de elimden bırakamadım. Solda gördüğünüz fotoğraf o gün cama güneş vururken çekildi böylece. Plastik bardakta ise limonata var, tabii ki hazır. :'(

Bu kitabı nasıl anlatmalı, bilemiyorum. Sanırım en doğrusu önce biçimsel birkaç özelliğinden bahsetmek. Bu kitap iki günlükten oluşuyor: bir kadın ile bir erkeğin günlüğü. Kitabın sol sayfalarını takip ettiğinizde erkek karakterimizin mahremine gireceksiniz, sağ sayfaları okumayı seçerseniz ise kadın karakterimizin defterinde bulacaksınız kendinizi. Suzan Defter bu sebeple değişik şekillerde okunabilecek bir kitap. İlk olarak okumak istediğiniz anlatıcıyı seçip okumaya başlayabileceğiniz gibi, günlükleri gün gün okuyarak da ilerleyebilirsiniz. 

Ben kitabın sol sayfadan başlamasından mütevellit ilk önce erkek karakterimizle tanıştım. Kendisi adını defterine yazmamayı tercih etse de adını er ya da geç öğreniyoruz: Ekmel Bey. Özenle, ince ince işlenmiş cümlelerin sahibi emekli avukat. Hayatının geri kalanını ana rahminde geçirmeyi dileyen bir beyefendi. İkinci günlüğün sahibi ise Derya. Ekmel beye göre daha genç, terk edilmişlik hissinin müsebbibi. Sanırım içeriğe dalmadan karakterleri bundan öte tanımlayamam. Diğer yandan anlatıcılarımız Ekmel bey ile Derya hanım olsa da birçok yan karakter de mevcut: Ekmel beyin babasının babası, babası, annesi, küçük ve büyük ağabeyleri; Derya'nın babaannesi, babası, abisi, Tülay, Tuncay, çocuklar ve (çok çok hoşuma giden bir tanımdan alıntılarsam) romanın gizli öznesi Suzan. 


Okurken en çok hissettiğim iki şey, hayatlarımızın aynı anda ne kadar kısır ve ne kadar zengin olabildiği oldu. Aynı hisleri anlatmak için farklı kelimelerden ve farklı olaylardan yararlanmanın mümkün olduğunu gördüm. Geçmişe dönüp baktıkça hayatımızın sabit elemanlarını hatırlıyoruz. Eşimizi, dostumuzu, sevgilimizi, sevdiğimizi, evlerimizi, ailelerimizi, çocukluğumuzu... Kısacası bizi en çok mutlu edenler ile en çok acıtanları. Derya ve Ekmel de öyle yapıyorlar. Satırları kederle, sitemle, özlemle dolu ama okuyucuları cezbedeceğine emin olduğum bir hisler demeti bu. Çünkü Ayfer Tunç bunu başarma yetisine sahip, okuyucuya edebi haz vermekten de geri kalmıyor nihayetinde. Aynalar bile bizlere bizleri, bizim gözlerimiz aracılığıyla görünür kılarken burada iki insanı birbirinin aynası yapıyor. Birbirlerinin kaleminden onları okudukça hayata dair dersler çıkarmak da mümkün hale geliyor. Sanırım "kitabı" anlatmadan anlatabileceklerim bu kadar. Okuduğunuz keyifli günleriniz olsun. :')

*    ...İhaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer. 
        Cesaret insana iyi geliyor. Sana ihanet edebiliyorsam dünyaya hükmedebilirim, bir. İhanet ederken cesaret, şehvet, korku, pişmanlık duyuyorsam; sen varsın demektir; işte bu çok önemli iki.

* "Ama eviniz bir kadının çekip gittiği bir eve benzemiyor," dedim. Eşyada mukavemet var. Bir kadının gittiği evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğimiz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlayamayacağı bir denge vardır elementler arasında. Erkek her birine vakıf olduğunu düşünse bile, onların nasıl bir uyumla işlediğini bilemez. Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Evin dili tutulur, ev sağırlaşır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder