1 Ağustos 2018 Çarşamba

Bir Ölüm Bağışlamak/ Marguerite Yourcenar


 Bir Ölüm Bağışlamak/ Marguerite Yourcenar
  Adam Yayınları/ 85 sayfa
  Çeviren: Hür Yumer




Marguerite Yourcenar'ın kitaplarını ilk kez fark edip incelememi sağlayan kişi ile hakkında fikirlerimi beyan edeceğim bu kitabı hayatıma katan aynı insan. Buradan isim belirtemeyecek olmakla birlikte o bu yazıyı okursa üstüne alınacaktır pekala. Yeniden ve tekrar teşekkür ederim. :')

Neredeyse tüm Yourcenar kitaplarını son iki, iki buçuk sene içerisinde almış olsam da okumak için bu yazara bir tür hazırlık gerçekleştirmem gerektiğine inanıyordum. Sayısız defa elim gitti, kitaplarından herhangi birini, özellikle de Bir Ölüm Bağışlama'yı, okumak çok defa aklımdan geçti. Okumam; hiç de hazır olmadığım bir ana, kitap seçmeye çalışırken ne okusam diye seçenek sunup sorduğum birbirini tanımayan arkadaşlarımın benim yerime bu kitabı, okumam için seçmesine rast geldi her şey. 

Kitaba geçmem gerekirse diğer yandan, karşınızda okunması çok da kolay olmayan kısacık bir metin var. Neden mi kolay değil? Çünkü yazarımız bu metni kaleme aldığında yıl 1938 idi ve o yıllarda İspanya İç Savaşı'nda yaralanan ana karakterimiz trene bineceği istasyonun bekleme salonunda karşısındaki birkaç kişiye hikayesini anlatmaya başlar. Tamam da bunlar neden metni zorlaştırıyor diye soranınız olursa, birincisi metnin dili bir miktar eski ve geçtiği coğrafya gereği bize hem yakın hem de uzak meseleleri var ana karakterimiz Eric'in. Hikayeye dekor olan coğrafya, Baltık ülkelerinden birindeki Kratoviçe diye adlandırılan bir şato/arazi; içinde bulunulan koşular ise 1919-21 yılları arasında süren Bolşevikler ile Anti Bolşevikler arasındaki iç savaş. İkinci olarak edebiyat metinleri için sıkça konuşulan "güvenilmez anlatıcı" meselesi var, metni zorlaştıran. Eric tam da o insanlardan biri. Okuyucular okurken genellikle birinci tekil anlatıcıdan kuşku duymazlar fakat bu metinde işlenen konuların soyutluğundan ve öznelliğinden gerek; insan, kendine gerçekten böyle mi olmuştur diye soruyor. Üçüncü olarak ise geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayları anı anına ya da kelimesi kelimesine anlatmak mümkün olmadığı için ve zihin karmaşık bir yapıya sahip olduğu için olanları olduğu sırayla vermekten kaçınıyor, çarpıtıyormuş gibi hissediyor insan. Bu da peşinden kopukluk hissini getirebiliyor (ben okurken getirdi en azından). 

Güvenilmez anlatıcımız savaştan söz ettiğinden daha da fazla aşktan ve dostluktan söz ediyor. Hikayemiz genel olarak Eric, Sophie ve Conrad adlı üç karakter arasında gelişmiş durumda zaten. Eric'in gözünden Conrad hayatı pahasına sıkı sıkı bağlı olduğu bir dostu/luğu ifade ederken, diğer yandan en yakın arkadaşının kız kardeşi olmasa belki de sevebilirdim dediği bir karakterimiz var ki, o da Sophie. Gerçekten sevmiyor mu Sophie'yi? Yoksa Sophie'nin aşkı da başka şeyleri örten bir süs mü? Kim bilebilir ki... Her okumada yeni anlamlar kazanabilecek bir metin var karşımızda. Fakat okumaya başlarken ve devam ederken emin olduğunuz son hiç değişmiyor. Eric güvenilmez bir anlatıcı olsa dahi, hikayenin sonunu değiştirmeye gücü yetmeyen biri aynı zamanda. Peki ya neden onca savaş yaşamış, onca ülkede bulunmuşken hayatının o önemsiz gözüken anına takılıp kalmış? Yoksa anlatırken kullandığı kelimeler yaşananlara hafifletici bir etki mi veriyor? Belki de Eric anlatısının son birkaç cümlesinde haklıdır... 

Bu garip tecrübe ve aklınızdaki sorularla zihninizde kendi hayatınız yanıp sönsün istiyorsanız muhakkak bir bakın diyeyim. Okumak içinizden gelmiyorsa zorlamayın elbet, illa doğru zamanda size göz kırpacaktır! 

SON YORUM: Eric senden şüphe ediyorum, Sophie seni anlıyorum, Conrad tanısam seninle anlaşırdık! 

*Hepsi de kendi içinde kesin olan birtakım kararlar ortasında yaşaya yaşaya, kendimi çözülmesi güç bir mesele gibi ele almaya vakit bulamamıştım. Ama toyluk, işlerin doğal akışına uyumsuzluk çağıdır dersek, sandığımdan daha toy, daha uyumsuz kalmıştım galiba. Çünkü Sophie'nin bu sade aşkı, beni afallatmış, hatta giderek irkiltmeye başlamıştı. İçinde bulunduğum koşullarda afallamak tehlike demekti; tehlikeyse, ürküp saldırıya geçmek... Sophie'den nefret etmeliydim. Bu yola sapmayarak kazandığım saygınlığı hiçbir zaman idrak edemedi. 

*Konuşmaları kelimesi kelimesine hatırladıklarını ileri sürenlerin hep yalancı ya da mitoman olduklarını düşünmüşümdür. Benim aklımda bir iki kelimeden, kurtların kemirdiği belgelere benzeyen boşluklarla dolu bir metinden başka bir şey kalmıyor.

*Mahkumun boynundaki ipin düğümünü sıkmakta kaderin üstüne yoktur derler; bildiğim kadarıyla, daha çok ipleri koparmakta ustadır o. Zamanla, istesek de istemesek de, kader, bizi bütün her şeyden kurtararak, işin içinden sıyırıp atar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder