2 Şubat 2015 Pazartesi

Kırk Yedililer/ Füruzan


   Okumaya başlayacağım kitabı seçerken gözümün önünden bir bir o kitapları nasıl almaya karar verdiğim geçiyor. Böylece hepsinin bende bir hikayesi olduğunu fark ettim. Tıpkı yazarların yazdıklarının hikayesi olması gibi... Bende bundan sonra kitapları nasıl okumaya karar verdiğime dair bir köşe yapmaya karar verdim. 

            Nasıl karar verdim?
  Füruzan'ın Kırk Yedililer kitabını yaz tatilinde blog gezerken bir blogta görmüştüm. Ben bu kitabı okumalıyım dedim kendime. Ancak üzerimde koşup bu kitabı almalı ve okumalıyım istekliliği belirmemişti. 
  Dershaneden yakın bir arkadaşımla kitaplar üzerine konuşup kitapları incelerken Füruzan'ın birkaç kitabını okuduğunu ve beğendiğini söyledi. Kitapların onda mevcut olduğunu öğrenince yazdım aklımın bir köşesine. Kış Okuma Şenliğine katılmaya karar verip karşıma "Size veya aynı evde yaşadığınız kişilere ait olmayan bir kitap." kategorisi çıktığında değerlendirmeye karar verdim. Arkadaşım getirince gördüm ki kitap 1975 kasım basımı. 







                Kırk Yedililer/ Füruzan 
              Bilgi Yayınevi/524 sayfa














   
   Kitabı elime alınca alışık olmadığım eskilik hissi sardı beni. Kitaba başladığımda itiraf etmeliyim zorlandım. Bunu da kitabın eski basım olmasına bağladım. İçim rahat etmedi gittim yeni basımındaki sözcük seçimlerini, noktalamaları, paragraf uzunluklarını inceledim. Sonuçta yeni basımının daha sade olduğuna kanaat getirdim. Fakat yoluma eski basımla devam etmeyi tercih ettim. 
   
   Kitabın karmaşıklığını bir oradan bir buradan anlatışını beklemiyordum. Ancak okudukça onların "bir oradan bir buradan" denecek basitlikte dizilmediğini anladım. 
   Kitapta yer alan karakterler incelikli bir titizlikle ele alınmış. Ben ilk defa bu kadar güzel yüz betimlemelerine rastlayıp şaşkına döndüm. Kirpiklerin, güneşin vurduğu al yanakların güzelliğini bu kitapla görmeye başladım. 

   Eserde yer alan çok sayıda şehir var: Erzurum, Ankara, İstanbul, İzmir. 
 Erzurum'un karını kışını okudukça burnuma karlı havaların nefesini içine çektikçe soğuktan içinin ürpermesine benzer bir hisle doldum. Soğuk havanın dirençli insanlarını gördüm. Köyden ama yaşamın en içinden gelen insanların güzelliğini hissettim. Emine sevdikçe bende sevdim onları. 

 Ankara bir portreydi daha çok. Sonraki yıllarda geçen, adı anılan bir arka plan.

 İzmir'in ele alınışı daha çok akrabanı görmeye gittiğin şehri ne kadar tanımışsan onu da o kadar esere sindirmiş yazar.

 İstanbul bir büyümek şehri. Gidenin kaldığı, hayatına yön çizdiği bir yer. 12 Mart eylemlerinden sonra işkencenin yer aldığı ama en büyük dostlukların, sevgilerinde yeşerdiği bir şehir olarak yer ediniyor akıllarda. 

  Kitap boyunca en çok düşündüğüm aile kavramı ve ailem oldu. Bir insanın yer aldığı en temel birimdi. Oradaki yalanlar, yapmacık davranışlar genelde fark edilmez olurdu. Bence insan sevdiğine toz konduramazdı. Kitapta ise yer alan tanıyıp, okuduğum ne kadar kahraman varsa ailesinin yapmacıklığından, yalanlarından, kendini acındırmalarından kaçmış; biz onlar gibi olmayacağız diyerek bir bütün olmuşlardı. 
  Yapmacıklığı anlamamak elde değildi. Kendini 20.sayfada da 520.sayfada da hissettiriyordu. 

  Bir çeşit kuşak çatışmasıydı aslında yaşanan. Kendilerini Cumhuriyetin ilk okumuşları, ilk nesli olarak değerlendiren bu toplulukla onların eksik ve yanlışlarını görebilmiş bir nesil bir olmuyordu. Aynı düşünmeyince aralarındaki gerilim artıyordu.

  Bir Türkiye gerçeği olarak düşünce ayrılıkları, bölünmeler eksik olmuyordu. Yozlaşmış düşüncelerle, düşündüğüne fazla inancından beklemeyi lüzumsuz gören bu iki nesil çarpıştığında ortaya şimdiki gibi sorunun derinine asla inilmemiş bir toplum çıkıyordu. Önemsenen milletken milleti unutan, hakkı aranan köylüye fikri sorulmayan bir topluluk ortaya çıkıyordu. 

  Her zamanki gibi insanlar bastırılmaya çalışılıyor, bunun için insanların sağlığıyla, bedeniyle oynanıyordu. Atılan çığlıkların hiçbiri, çığlığı atanlarca teslimiyet çığlığı olarak yer almıyordu kitapta. 

  Kitapta içime işleyen seçimler gözler önündeydi. Bir yandan üç farklı kardeş: Emine, Seçil, Kubilay. Diğer yanda Haydar, Nedim, Ahmet, Cemşit, Zülkadir, Şerife, Melek, Bilge, Seyhan... Bir de ailelerin yer aldığı hatta Anadolu köylüsünün satırların arasına sindiği bir roman bu. Üstelik 1975 Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü sonuna kadar hak eden, içine sığdırdığı kelimelerin çeşnisiyle insanı saran bir roman. 

Kitaptan beğendiğim cümlelerden bazıları:

*Bu gördüğümüz kalabalık var ya evlerinde oturup yüreklerini yalnız kanı temizlemekten öte bir işe yaramaz hale getirmişlerdir.

*... Ölümden ecelden hiç korkma. Kendinden kork ki, bağışlanmaz ayıplar işleyıpte yüreğinden saklamayasın. 

*Bizim yetiştirilmemizin, şımarıklığımızın ne pahasına korunduğunu öğrenince çıldıracak gibi oluyorum.

*Eğitilmemiş, siyasal bilinçten yoksun halkın kendisine aykırı egemen güçlerin yandaşı partilere oy atmasını aptallıkla, işe yaramazlıkla suçlayan ilk dönem Cumhuriyet aydınlarından olmadığımız kesin. 

*Yaşamayı böylesine duyurup bezeyen sesleri eliyle tutmuştu sanki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder