4 Eylül 2018 Salı

Ethan Frome/ Edith Wharton


 Ethan Frome/ Edith Wharton
 Çeviri: Taciser Belge
 Helikopter Yayınları/ 118 sayfa






Dürüst olmak gerekirse bu kitabı okumak normal şartlarda aklıma gelmezdi. Gelmezdi derken haberimin dahi olmamasından söz ediyorum. Fakat ne büyük bir kayıp olurmuş böyle bir şey... Rory Gilmore Kitap Kulübü'nün bir buluşmasına ilk defa, Nisan ayı kitabını konuşmak için gitmiştim. Planlandığı gibi gerçekleşseydi yaz buluşması yapılacak ve başka bir kitap konuşulacaktı. Ancak buluşma gerçekleşemeyince bir kitap daha seçildi. İşte o kitap: Ethan Frome. Kitaptan haberdar oluşum ve konusuna daha kitabı edinmeden önce vuruluşum buna dayanıyor. Bu sefer girizgahı kısa kesip kitap hakkında bolca konuşmak istiyorum. 

Helikopter Yayınlarının baskılarında dikkatimi çeken ilk güzellik arka kapak yazıları. Diğer yayınevlerinin baskılarında genellikle arka kapak yazısını yazan kişinin kim olduğunu okur bilmezken (kitap hakkında iki kelam eden eleştirmen veyahut yazarlardan bahsetmiyorum, onların cümleleri ismi belirtilerek alıntılanıyor zaten), bu yayınevi arka kapakta çevirmenin birkaç cümlesiyle sunuyor kitabı okura. Ethan Frome kitabının arka kapak yazısı, kitabı o kadar güzel tanımlıyor ve okura sunuyor ki kitapla en haşır neşir olmuş kişinin kaleminden döküldüğü belli oluyor. Mutlaka bakmanızı öneririm. 

Konuya gelirsem kitabımız New England'a bağlı -gerçekte olmayan- Starkfield isimli bir kasabada geçiyor. Kitabımız kasabaya elektrik santralinde marangozların yaptığı bir grev döneminde, duruma hakim olmak için dışarıdan gelen bir mühendisin gözünden anlatılmaya başlıyor. Mühendisimiz postaneye her gidişinde, onunla aynı saatlerde, postaneye kızağından inerek yürüyen bir adama rastlayıp, ardından ona dikkat kesildiğinde kitaba ismini veren karakterimizle tanışıyoruz. Anlatıcımıza göre kasabadaki en ilgi çekici insan Ethan Frome ve onun postaneye girişini izlemesine neden olan durum ise ayağındaki aksaklığa duyduğu merak. Bu ilk izlenimin okuru kitabın aşağı yukarı seksen sayfasında anlatılacak olan olaylara götürdüğü de söylenmeli tabii. 

Okurken kendi kendime kitabın ne kadar muazzam olduğunu düşünmeme sebep olan bulduğum birkaç neden var. İlki, kitabın katmanlı duruşu ve bu katmanlar birleştiğinde kitabın hem tamamlandığını hem de henüz bitmediğini hissettiren o hava. Yazar bunu başarmak için, sanıyorum, şöyle bir yol izlemiş: Anlatmak istediği olayları okura aktarmak için bir anlatıcı karakter yaratmış, ki bu karakter o coğrafyaya yabancı biri olmalı. Böylece her şey bize olduğu kadar karakterimize de yabancı olacaktı. Bununla kendimi mühendisin yerinde rahatça bulabilmiş, onunla duygudaşlık hissetmiş oldum. Sonrasında ise kitabın bölüm numaralarıyla ayrıldığı, yani Ethan Frome'un ayağının aksamasına yol açan olayların anlatılmaya başlandığı yerden itibaren Tanrı bakış açısı olaylara hakim oluyor. Okur da gerçeklik duygusunu sorgulamadan Ethan Frome'u ve beraberindeki karakterleri tanımaya başlıyor bu anlatıcı değişimiyle beraber. Bir bilenden olayları dinleyip aktaran bir mühendis (yazarın belirlediği anlatıcı), aynı etkiyi vermeyecekti bence okurken. Burada yazarın teknik sayılabilecek detay seçimlerinin kitabın ruhuna çok uygun olduğunu hissettim kitap boyu.

Kitabın ne kadar iyi olduğunu düşündüren diğer şey ise benim özlem duyduğum bir iklimde, ülkemizde sıklıkla rastlanmayan bir coğrafyanın etkisinde bir hikaye oluşu. Çetin bir soğuk altında atların nallarının donmuş buz üzerinde çınlayan sesini duyabildiğim,
ağaçların dallarının kar kütleleri altında kırılıp düşme sesini üzerinde taşıyan bir mevsim bu. Bu soğuk havaya henüz genç olan ve mühendise bahsedilen kazadan önceki umutlu bir karakter resmi oturuyor. İşte tam bu havaya bırakılan nefesler, görevlerine karşı duyduğu sorumluluk ile gönlünde çarpan tutkular arasında kalan karakterimize ait. Güneşin vuruşu, buzun eriyişi, doğanın varlığı o kadar iyi yansıtılıyor ki karakterlere dair psikolojik analizlerle yan yana durdukça beni yazarın diğer kitaplarını da okumaya itiyor. 

Kaza anının öncesini ve kaza anını yazarın çok iyi anlattığını düşünüyorum. Seksen sayfalık Tanrı bakış açısından anlatılan olay sona erip mühendisin sesine geri döndüğümüzde anlatılanlar çemberi tamamlanmış ve başlandığı yere dönmüş olunsa da okurun aklının kapattığı son sayfanın gerisinde kalacağını düşünüyorum. Tam da bu sebeple, New York Times'dan alıntılamam gerekirse "zorlu, hiç akıldan çıkmayacak" bir roman okumak isterseniz Ethan Frome'a mutlaka bir bakın. Şiddetle öneririm! 

*Misafirliğinin ilk günlerinde iklimin canlılığı ile toplum hayatının cansızlığı arasındaki karşıtlık bana çok çarpıcı gelmişti. Aralıkta başlayan kardan sonra parlak mavi bir gökyüzü bembeyaz manzaraya her gün sel gibi bir ışık ve hava yağdırırken yerden yukarı yansıyan yoğun bir ışık belirir. İnsan sanır ki, böyle bir atmosfer kan dolaşımıyla birlikte duyguları da kamçılayacak; ama bütün bunlar Starkfield'in tembel kalp atışlarını daha da yavaşlatmaktan başka bir değişim yaratmaz. 

*Köyde hemen herkesin bazı "sorunları" vardı, ne olduğu, neresinde olduğu açıkça bilinirdi; ama yalnızca seçkinlerin "komplikasyonları" olurdu. Bunlara sahip olmak bir payeydi, ama çoğu durumda ölüm tezkeresiyle aynı anlama gelirdi. İnsanlar yıllarca "sorunlarıyla" boğuşurdu, ama "komplikasyon varsa" hemen hemen her zaman ona teslim olurlardı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder