31 Ağustos 2017 Perşembe

Kürar/ Melike Uzun


 Kürar/ Melike Uzun 
 İletişim Yayınları/ 91 sayfa






Melike Uzun'un kalemiyle tanışmam tamamen tesadüfler silsilesiyle vuku buldu. Son zamanlarda çıkan "Soğuk ve Temiz" adlı kitabını görmüş ancak unutmuştum ardından. Ta ki çok sevdiğim bir arkadaşımla, kitaplara bakarken ona "öykü okumak istiyorum ama daha önce varlığından haberdar olmadığım bir şey de olsun istiyorum," diyene kadar. Kısıtlı zamanımdan da kaynaklı o sırada önerdikleri arasından en ilginç geleni seçtim. Yazar ve kalemi kadar kitabın isminin anlamından da arka kapağa bakana kadar habersizdim çünkü...

Yazarın başlangıçta beni zorlayan bir kalemi olduğunu söylemeliyim. Bazen çok az kelimeden oluşan cümle yapısı bazense cümleyi ucu bucağı gözükmeyecek şekilde -abartı tabii bu- virgüller aracılığıyla cümlenin başlangıcına kıyasla farklı yerlere götürmesi; bir miktar afallattı. Ancak daha fazla afalladığım yer, öykülerin acımasızlığıydı. Özellikle ilk öykünün sonunu okuduktan sonra kanımın çekildiğini hissetmem üzerine öykülere temkinli yaklaştım. Birkaç öyküde daha aynı çarpıcılığı bulduğumu söyleyebilirim. 

Kürar ile ilgili öykülerin tadını kaçırmadan birkaç bilgi vermeliyim, yoksa olur da bu yazıyı görüp kitaba şans verecek olan olursa onları yanlış bir seçime götürmeyeyim. Bu kitap iki ayrı bölümden oluşuyor: "Zehir" ve "Zemberek." İlk öyküyü okumadan önce karşımıza çıkan bir yazı var uzun olmayan. O yazıda kitapta metafor olarak karşılaşacağımızın siyalini veren iki hayvan var: kedi ile fare. İlk öyküden itibaren de, sebebini söyleyerek tadını kaçırmak istemediğim bir sebeple, var oluyorlar öykülerin içerisinde. Uyarı kısmıma gelirsem... Eğer kedileri çok seviyor veya evinizde halihazırda kedi besliyorsanız; okumamanız yararınıza olacaktır. Hayatımda değil kedi, bir evcil hayvan bile beslememiş biri olarak ilk öyküden fazlasıyla etkilendim. Tabii uyarı iki olarak da, ilk öyküdeki karakterlerimizin ikinci ve üçüncü öyküde de karşımıza çıktığını söylemem lazım. Karar sizin!

Yapısal olarak iki bölümden oluştuğunu da söylediğime göre, sanırım ikinci bölümü ilk bölümden daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim. "Zehir" bölümündeki öyküleri bitirdikten sonra "Zemberek" kısmına geçmek için araya iki haftalık okumadığım bir ara bırakıp, "Zemberek" bölümüne başladıktan kısa bir süre sonra kitabı bitirdiğim ve hala etkisinde olduğum için de olabilir tabii bu. Benimki sosyal ayrımcı bir yorum dahi olsa hayatın içindeki anları, durumları, insanları acımasız bir dille yazınında var eden yazar; bana viyolonsel sesi, Janis Joplin şarkıları, baldıran otu çağrışımları da bırakıyor. 

Keyifli olmayacağını ama denize ilk girdiğinizde soğuk suyun teninizde bıraktığı serinliğe, suya girdikten sonra alışacağınızı bildiğiniz gibi, kitabı okudukça öykülerin derdine de aşina olacağınızı söyleyebilirim. Gene de okuyup, okumayacağınızı siz bilirsiniz...

*Güzel bir sabah mı bilmiyorum, sessizlik iyidir ama havada kasaba kokusu var, kasabaların sessizliği kötüdür, sıkıntıyı büyütür, sıkıntıyı dağıtmak için el âleme rezil olmadan yapılacak bin bir türlü rezilliği büyütür. Öyle bir koku havada, birazdan herkes öğrenir canı sıkılan birkaç hergelenin can yakan oyunlarını. Oysaki koca bir şehirdeyim ben, burada kim ne etse yanına kâr kalıyor, doğduğumuz yerlere gömemediğimiz, bavullarımızın içine yerleştirip özenle koruduğumuz tedirginlik, güvensizlik, düşmanlık, katlanarak büyüyor sanki buralarda, kasabaların sessizliği gibi yapışmış yakamıza.

*Gebermek, dilinde ruhun tanrıya yükselişini anlatan yumuşak bir sözcüğe, kutlu bir işarete dönüşüyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder