4 Şubat 2018 Pazar

Deli Kadın Hikayeleri/ Mine Söğüt


 Deli Kadın Hikayeleri/ Mine Söğüt
 Yapı Kredi Yayınları/ 172 sayfa







Üzerimdeki Mine Söğüt etkisini atamamışken daha, elimin sürekli aynı yazara gitmesi; canımın 'deli kadın'lar çekmesi olur iş miydi? Oldu işte. Yapı Kredi Yayınları'nın Taksim'deki iki katlı yeni binasına ilk ziyaretim bir Mine Söğüt kitabını koltuk altıma sıkıştırmamla sonuçlandı. Bu gerçekleştiğinde tabii aylardan Eylüldü, bundan dört aydan uzun bir zaman öncesi... Araya koca bir okul dönemi sıkıştırıp, kitaplara başlamakta becerikli bitirmekte beceriksiz olunca geldi Şubatı buldu okumamın sonu.

Okumakta beceriksizliğim her deli kadınla beraber benim de canımın delirmeler çekmesindendi belki de. Okudukça etkilendiğim; öykülerin başlarındaki şiirlerle ve illüstrasyonlarla beraber kendimi o tekrar eden kelimelere, cümlelere bir girdabın içinde kaybolmuşçasına kaptırdığım hikayelerdi. Kaybolmak bakiydi ancak bazı öykülerde içimdeki deli kadını diğerlerindeki kadar çok bulamadığımı da söylemem gerek. 

Genel temaya hakim olan; kadınlık, anneyle babayla ve sevgiliyle/eşle iletişim, toplumun baskısı ve bazı sanrılar sonucu kendini yitirme hali aslında deliliği şahane tanımlıyordu. Bazı hikayeler ise daha evrensel temalara dokunuyordu; savaşa, ülkenden kopmana ve memleketinden kendini orada öldürmek isteyebileceğin kadar 'erkek' bir şehre göçmene... Diğer hikayelerdeki kadar cesur bulmasam da bu temaları, anlatım gücü sayesinde etkisini yitirmediğini gizlersem haksızlık olur güzelim bu temadaki hikayelere. Böyle derli toplu anlatmaya çalıştığıma bakmayın yine de. Aslında karışıklığında kaybolup sonunda zar zor ucunu buluyordunuz düğüm olmuş ipliğin ve o bulunan ipliğe tutunup kendiniz yeniden anlamlandırıyordunuz hikayeleri. Yalan yok bazı hikayeleri ucunun bulunacağı bir ipliğin olmadığına inandığım için de sevemedim pek. Düğümü çözmek için birkaç kelime daha ya da bazı detaylar bıraksaydı Mine Söğüt daha fazla severdim o hikayeleri de eminim ki. 

Neticede yirmi bir öyküden oluşan bu öykü kitabından geriye aklıma kazınmış on öykü kaldı. On öykünün her biri bana içime sinen cümleler bıraktı. İçimizdeki müziğin değerini keşfetmiş o yaşlı kadın, kendini bir ağacın dalında tuhaf bir meyve haline getiren küçük bir kız, suya aşık bir kadın, bir odanın kokusundan yola çıkarak o evde daha önce kimin yaşamış olduğunu tahmin eden bir adam... Evet, evet bazı erkek karakterler de kadın karakterler kadar mühimdi aslında, ancak daha siliktiler. Daha neler, neler...

Ruhunuzu deliliğe teslim edecek kadar hazır hissediyorsanız, kadın ya da erkek olmanız fark etmez; Mine Söğüt'ün kalemi ile mutlaka kesişmeli yollarınız. Keyfi başka olan, kendine özgü bir sesle tanışmak için Deli Kadın Hikayeleri ile ya da Beş Sevim Apartmanı ile başlamanızı öneririm. Keyifli okumalar. :')

*Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki! Je veux seulement oublier... Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içimden dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin: Vie qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c'est magnifique, muhteşemdir. Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nasıl bulabilirdik değil mi ya!

*Yarım... yarım... yarım...
 Her şey yarım.
 Oysa ben tamım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder